BOŞANMA DAVASI

Yetki ve göreve ilişkin düzenlemeler tüm boşanma ve ayrılık davaları için ortaktır. Boşanma davasının sebebi her ne olursa olsun TMK madde 168 uygulanacaktır. Anlaşmalı boşanma davalarında ise yetkili mahkemenin tespiti işlemi yapılmayacağından eşlerin herhangi bir yerdeki aile mahkemesine başvurmaları yeterli olacaktır. Genel bir hüküm olması nedeniyle makalemizin başında bu açıklamaya yer verilmiştir. Aşağıda ayrıca bu konu hakkında bir açıklama yer almayacaktır.

Yetkili ve Görevli Mahkeme

Boşanma ve ayrılık davalarında görevli olan mahkeme Aile Mahkemesidir. Yetkili olan mahkeme ise TMK madde 168’de düzenlenmiştir. Buna göre; boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.

Yerleşim yeri bilindiği üzere kalıcı olarak yaşamın devam ettirildiği yerdir. Bu nedenle geçici olarak bulunulan yerlerde açılan davalar hakkında yetkisizlik kararı verilebilir.

Eşlerin davadan önce, en son en az altı ay birlikte oturdukları yerde de dava açmaları mümkündür. En son birlikte yaşama uzun süre önce gerçekleşmiş olsa bile, yani dava 2020 yılında açılmış ancak son olarak, 2015 yılında en az 6 ay süreyle birlikte yaşanmışsa 2015 yılında yaşanılan yer mahkemesi de yetkili olacaktır.

Boşanma Sebepleri

Boşanma için öncelikle, resmi şekilde yapılmış bir evliliğin bulunması ve boşanmak isteyen eşlerin ikisinin de sağ olması gerekmektedir. Devamında ise; boşanmak isteyen eş, kanunda belirtilmiş olan boşanma sebeplerinden birine (veya terditli olarak birkaçına) dayanarak mahkemeye başvuruda bulunmakta ve yapılan yargılama sonucunda hakim, tarafların boşanmalarına karar vermektedir.

Boşanma hükümleri TMK madde 161 ve devamında düzenlenmiştir. Davanın koşullarına göre; “anlaşmalı boşanma davası” veya “çekişmeli boşanma davası” açılabilecektir.

En az bir yıl sürmüş bir evlilikte, eşlerin ikisinin de boşanmayı istemesi ve boşanmaya bağlı sonuçlar hakkında (velayet, nafaka, tazminat vb.) anlaşmaya varmış olmaları halinde “anlaşmalı boşanma” söz konusudur.

Eşlerden birinin boşanmayı istememesi durumunda veya her iki eşin de boşanmayı istemesi ancak boşanma sebebi ile buna bağlı olarak kimin kusurlu olduğu hususlarında ve ayrıca boşanmaya bağlı sonuçlar (velayet, nafaka, mal paylaşımı vb.) hakkında anlaşamamaları halinde ise “çekişmeli boşanma” söz konusu olmaktadır.

Çekişmeli boşanma davası; TMK’da düzenlendiği üzere özel ve genel sebeplere dayalı olarak açılabilmektedir. TMK madde 161-165’te düzenlenmiş olan özel sebepler sınırlı olarak belirtilmiştir. Bunlar;

  • Zina
  • Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış
  • Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
  • Terk 
  • Akıl hastalığıdır.

TMK madde 166’da ise boşanmanın genel sebepleri yer almaktadır. Kanuni düzenlemede yer alan boşanma sebepleri; özel-genel sebepler şeklinde bir ayrımın yanı sıra mutlak-nisbi sebepler şeklinde bir ayrıma da tabidir. Mutlak boşanma sebeplerinde; kanunda belirtilen hallerin meydana gelmesi boşanma için yeterlidir yani hakimin takdir yetkisi yoktur. Ancak nisbi boşanma sebeplerinin varlığı halinde, boşanma nedenlerinin meydana geldiğinin davacı tarafından ispatının yanında; evlilik birliğinin öteki eş için bu sebepten dolayı çekilmez hale gelip gelmediğinin hakim tarafından araştırılması gerekmektedir. Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (Madde 163), akıl hastalığı (Madde 165), evlilik birliğinin sarsılması (Madde 166/1-2) maddeleri nisbi boşanma sebeplerindendir ve diğer eşin yaşamını ne şekilde etkilediğinin hakim tarafından araştırılması gerekmektedir.

1. Zina (TMK madde 161)

Kanun maddesinde “zina” kavramının neyi ifade ettiğine ilişkin bir açıklama yer almamaktadır. Kanunda ki bu boşluk doktrin tarafından yapılan tanım ile şekillenmiştir ve Yargıtay tarafından verilen kararlarda da işbu tanımdan hareketle hüküm tesis edilmektedir. Buna göre zina; eşlerden birinin, evlilik devam ederken karşı cinsten başka biri ile kendi arzusu ile cinsel ilişkiye girmesi olarak tanımlanmaktadır. Zina eyleminin gerçekleştiğinden bahsedilebilmesi için aranan şartlara aşağıda kısaca yer verilmiştir.

  • Devam etmekte olan evlilik

Evlenme akdi ile evlilik birliği tesis edilmiş olmaktadır ve boşanmanın kesinleşmesine kadar evlilik birliği devam etmektedir. Bu halde  boşanma davasının açılmış olması ve hatta yerel mahkeme tarafından boşanmaya karar verilmiş olması bile evlilik birliğinin sona erdiği anlamına gelmemektedir. Ancak yüksek mahkemenin, verilmiş olan boşanma kararını onaylamış olması halinde boşanma kararı kesinleşmiş olur. Kararın kesinleşmesine kadar geçen süre içerisinde ise, evlilik tüm hak ve yükümlülükleri ile devam etmektedir.

TMK madde 185/3’de belirtildiği üzere; “…Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar”. Yargıtay tarafından verilmiş olan bazı kararların yanlış yorumlanması sonucu, boşanma davasının açılmasından sonra sadakat yükümlüğünün ortadan kalkacağı algısı oluşmuştur. 

Söz konusu Yargıtay kararında da belirtilen asıl husus şudur ki; bir boşanma davası açıldığında işbu dava hangi sebebe dayanarak açılmış ise (evlilik birliğinin sarsılması, kötü muamele vs.) mahkeme ancak bu konuda yargılama yapabilir. Daha sonradan ortaya çıkan boşanma sebepleri bu davanın konusu değildir. Yani kötü muamele sebebine dayalı olarak açılan dava devam ederken, dilekçeler aşaması da tamamlandıktan sonra (bkz. HMK madde 141), davalının davacıyı aldattığına ilişkin delillerin dosyaya sunulması ve zinadan  dolayı boşanmaya karar verilmesinin talep edilmesi mümkün değildir. Davacı eğer isterse zinaya dayalı ayrı bir boşanma davası açarak bu davanın; önce açılmış yani devam etmekte olan diğer boşanma davası ile birleştirilmesini talep edebilir. Ancak mevcut davada bu yönde bir karar verilmesi mümkün değildir.

  • Karşı cinsten biri ile cinsel ilişki

Zinanın varlığının kabulü için aranan bu şart kanaatimizce yerinde değildir. Zira burada asıl araştırılması gereken sadakat yükümlülüğünün ihlal edilmiş olmasıdır yoksa bu ihlalin hangi cinsten bireyler arasında gerçekleştirildiği değildir. Bu anlayış ile zaten mağdur durumda olan davacıya, aldatılmanın gerçekleştiğinin kanıtlanmasının yanı sıra bir de ilişkiye girilen üçüncü kişinin cinsiyetinin ne olduğunun araştırılması ve ispatlanması yükümlülüğü getirilmektedir ki bu bize göre kabul edilmemesi gereken bir uygulamadır.

Ancak makalemize, öğretide ve yargılamada kabul gören ve aranan bu şartı açıklayarak devam edeceğiz. Böyle bir halde, yani davalının aynı cinsiyetten olan kişi ile cinsel ilişkisinin olması halinde  zina nedenine dayalı olarak boşanma davası açılamayacaktır; ancak uygulamada kabul edildiği üzere madde 163’de yer alan haysiyetsiz hayat sürme veya madde 166/1-2’de düzenlenmiş olan evlilik birliğinin sarsılması nedenlerine dayanılarak boşanma davası açılabilecektir.

Bu durumda yani, eşcinsel ilişkinin varlığı halinde zina dışında ki diğer sebeplere dayanılıyor olması davacının birtakım hak kaybına uğramasına neden olacaktır. Belirtmiş olduğumuz üzere zina, mutlak bir boşanma sebebidir, yani zinanın ispatlanması halinde hakim başkaca bir araştırma yapmaksızın boşanmaya karar verir. Ancak haysiyetsiz hayat sürme ve evlilik birliğinin sarsılması halleri ise nisbi boşanma sebeplerindendir. Bu da, davacının iddialarını  ispatının dışında hakimin, ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelip gelmediğini araştırması demektir. Bunun yanında maddi yönden de davacı daha zor bir duruma düşmektedir. TMK madde 236’da yer aldığı üzere; zina nedeniyle boşanmaya hükmedilmesi halinde (edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiş ise), davacının talebi olmasa bile hâkim tarafından kusurlu (aldatan) eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verilebilecekken; zina sebebine dayanılamadığı için davacı bu hakkından da mahrum kalmaktadır

Burada açıklanması gereken diğer bir unsur da “cinsel ilişki” kavramıdır. Kanunda yalnızca zina etmekten bahsedilmiş anacak hangi eylemlerin zina olarak tanımlandığı da belirtilmemiştir. Bu da yine öğreti ve uygulamada şekillenmiş ve cinsel bir birlikteliğin meydana gelmiş olması zinanın şartı olarak kabul edilmiştir. Eşlerden birinin bir başkası ile flörtleşmesi, ya da yakın fiziksel temas içinde bulunması, mesajlaşması, öpüşmesi, arabasına binmesi, baş başa yemek yemesi vb. haller de zina olarak kabul edilmemektedir. Ancak zina eyleminin doğası gereği gizlilik içinde oluşması, açıkça ispatlanmasının da çok nadir olmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle de, hayatın olağan akışına  aykırı birtakım tavır ve hareketlerin olması, gerçekleştirilen zina eylemine karine olarak kabul edilmektedir.

Eşlerden birinin karşı cinsten biri ile yarı çıplak vaziyette yakalanması, başka biri ile karı-koca hayatının sürdürülüyor olması, eşlerden birinin evde olmadığı zamanlarda karşı cinsten üçüncü bir kişinin eve gelip uzun süreler kalması ve bunun sıkça tekrarlanması, ilişkinin gerçekleştiğine yönelik fotoğrafların mevcudiyeti gibi hususlar Yargıtay kararları ışığında zinaya karine olarak kabul edilmekte, yani zina nedeniyle boşanmaya karar verilmektedir.

  • Zinanın, zina edenin arzusu ile gerçekleştirilmesi (kusur)

Zinanın varlığından söz edilebilmesi için karşı cinsle olan cinsel ilişkinin, kişinin arzusu ile gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Zina ettiği ileri sürülen eşin rızası dışında gerçekleştirilen cinsel ilişki kesinlikle zina olarak kabul edilemez. İradenin sakatlanması (korkutma gibi), şiddet, uyuşturucu madde verme, bilincin  herhangi bir şekilde tamamıyla  kaybettirilmesi (bayıltma gibi) vb. hallerde kişinin özgür iradesinden bahsedilemez. Bu hallerde gerçekleştirilen cinsel ilişkinin, zina ettiği ileri sürülen eşin arzusu ile gerçekleştirilmediği tartışmasızdır ve bu durumda zinaya dayalı olarak boşanmaya karar verilemez.

Zinadan Kaynaklanan Boşanma Davasının Açılmasında Süre

TMK madde 161/2’de; zina nedenine dayalı boşanma davasının, davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay içinde ve her hâlde zina eyleminin gerçekleşmesinden itibaren beş yıl içinde açılması gerektiği, aksi halde dava açma hakkının düşeceği belirtilmiştir.

Daha ayrıntılı açıklamak gerekir ise, davaya hakkı olan eş zinayı öğrendikten sonra 6 ay içinde dava açmalıdır. Eğer zina 5 yıldan uzun bir süre önce gerçekleştirilmişse ancak aldatılan davacı eş bunu daha yeni öğrenmişse; 5 yıllık süre geçtiği için aldatıldığını öğrendiği gün bile dava açamayacaktır, çünkü zinanın üzerinden geçmiş olan 5 yıllık süre, kanunda hak düşürücü süre olarak belirtilmiştir. Hak düşürücü süreler hakim tarafından re’sen incelenir ve davanın usulden reddine karar verilir.

Sürelere ilişkin dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da, işbu sürelerin ne zaman işlemeye başlayacağına ilişkindir. Zina devam ettiği sürece, kanunda belirtilen süreler işlemeye başlamayacaktır. Dolayısıyla zina eyleminin son bulması ile birlikte hak düşürücü süreler işleyecektir. Yani zinanın diğer eş tarafından öğrenilmesi sonrasında da zina eyleminin devam ediyor olması halinde; aldatılan eşin ilk öğrenme tarihinden itibaren 6 ay geçmiş olması dava açma süresini sona erdirmemektedir. Zina eylemi sona ermedikçe de bu sürenin geçtiği kabul edilemez.

Zina Eden Eşin Affedilmesi

TMK 161/3’de; affeden tarafın dava hakkının olmadığı belirtilmiştir. Eşinin zina ettiğini öğrenen ve daha sonrasında açık ya da örtülü, sözlü ya da yazılı bir şekilde zina eden eşini affeden eş; bu sebebe dayanarak boşanma davası açamayacaktır. Örtülü biçimde zina eden eşin affedilmesi çeşitli şekillerde meydana gelebilmektedir. Örnek verecek olursak; bu sebeple açılan davadan davacı eşin feragat etmesi, zina olayını öğrenmesinden sonra eşinden hamile kalması, hiçbir şey olmamış gibi evliliğe eski düzende devam etmesi vb. şekillerde zina eden eşin affedildiği kanaati oluşturacak davranışlardan sonra artık söz konusu zinaya dayanılarak boşanmaya karar verilmesi talep edilemeyecektir. Aftan sonra yeniden gerçekleşen her zina eyleminde zinaya dayanarak boşanma davasının açılması tabi ki mümkündür.

Zinaya önceden izin verilmiş olması “af” olarak değerlendirilmemekle birlikte, bu yöndeki bir iznin hukuken de bir geçerliliği bulunmamaktadır. Şunu belirtelim ki aynı evde yaşanmaya devam edilmesi tek başına “af” olarak değerlendirilemez. Aynı evde yaşamaya devam etmenin farklı sebepleri olabilir. Tarafların ikisin de evden ayrılmak istememesi, gidilebilecek başka bir yerin mevcut olmaması gibi mücbir sebeplerden dolayı da aynı evde ancak farklı odalarda yaşamaya devam ediliyor olması da mümkündür. “Af”tan bahsedilebilmesi af iradesinin tartışmaya yer vermeyecek şekilde halin icabından anlaşılması, tarafların olağan karı-koca hayatını devam ettirme konusunda istekli olmaları ve bu şekilde yaşamaya devam ediyor olmaları gerekmektedir.

Zinadan Kaynaklanan Boşanma Davasında İspat Yükü ve Deliller

Zinanın varlığını bunu ileri süren tarafın ispat etmesi gerekmektedir. Zinanın doğası itibariyle gizli gerçekleştirilen bir eylem olmasından dolayı ispatı hususundaki zorluklardan ve karinelerden yukarıda bahsetmiştik.

Zinanın ispatında; tanık dahil her türlü delile başvurulması mümkündür. Ancak burada ortaya çıkan ve asıl tartışılması gereken husus; gizlilik içerisinde gerçekleştirilen zinaya ilişkin delillerin geçerliliği mevzusudur. Zira tabiri caizse suçüstü yakalanma imkanı çok ender olan bu olayda “deliller ne şekilde elde edilebilecektir” sorusunun yanıtı Yargıtay kararları doğrultusunda bir nebze de olsa şekillenmiştir. Aşağıda birtakım Yargıtay kabullerinden bahsetmekteyiz. Şöyle ki;

  •  Yargıtay, ortak konutta bulunan diğer eşe ait özel eşyaların (mektup, günlük fotoğraf vb.) zina davasında yasal delil olarak kullanılabileceği kanaatindedir. Zira diğer eşin erişiminin mümkün olduğunun bilinmesine rağmen ortak konutta tutulan eşyalar, her eşin evindeki eşyalara ulaşımının serbest olması gereği hukuka uygun delil olarak kabul edilmektedir. 
  • Yine ortak konuta yerleştirilen ses kayıt cihazı ile yapılan kayıtların, eşlerin ortak aile hayatlarının devam ettiği alanda gerçekleştirilmiş olması nedeniyle özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyeceği, keza evliliklerde eşlerin birbirlerine olan sadakat yükümlülüğünden dolayı da eşlerin bu alana ilişkin özel hayatlarının kendileri kadar eşlerini de ilgilendirdiği, yani bir eşin sadakat konusu dahilinde diğerinden gizli bir özel yaşamının olduğunun kabul edilemeyeceği benimsenmektedir. Yargıtay bu konuda esnek davranarak sunulan delillerin hukuka uygunluğunu olayın şartlarına göre de değerlendirebilmektedir. Buna ilişkin bir kararında Yargıtay; casus yazılım ile eşin telefonundan alınan ses kayıtlarının da hukuka aykırı delil olmayacağı ve mahkeme tarafından delil olarak değerlendirilebileceği kanaatine varmıştır.
  • Habersiz alınan video kayıtları için de Yargıtay esnek davranmakta ve başka şekilde kanıtlanması mümkün olmayan olaylara yönelik olarak, ortak yaşanılan alanlar dışındaki yerlerde de olsa kayda alınan video kayıtlarının da hukuka uygun olduğuna karar verebilmektedir. Tabi burada ki en önemli unsur, söz konusu video kaydının yalnız ve yalnız zinayı ispat amacıyla gerçekleştirilmesidir. Yani bir eşin diğerini zaten, arabasına yerleştirmiş olduğu kamera ile izliyorken bu sayede aldatıldığını öğrenmesi ve sonrasında da bu video kaydını delil olarak sunması mümkün değildir. Burada zaten sistematik olarak gerçekleştirilen hukuka aykırı bir izleme eylemi vardır ve bu şekilde bir delilin elde edilmesi kanunen yasak olmasının yanında hukuka aykırı delil niteliği de taşımaktadır. 
  • Bunların yanı sıra; telefon mesajlaşmaları, telefonla görüşme dökümleri
  • Sosyal medya içerikleri
  • Karşı cinsle birlikte aynı otel odasında konaklanması
  • Sürekli karşı cinsle birlikte şehir dışı seyahatlerinin yapılması
  • Kredi kart ekstreleri, banka hesap hareketleri
  • Bir soruşturma veya kovuşturma dosyasında yürütülen yargılama sırasında ortaya çıkan zinaya ilişkin hususlar
  • Herhangi bir güvenlik kamerasına yansıyan görüntüler vb. deliller de somut olayın özelliklerine göre dava dosyasında delil olarak değerlendirilebilmekte ve zinanın varlığına delalet edebilmektedir.

Burada hukuka aykırı yollarla delil elde edilmesi ile hukuka aykırı şekilde delil yaratılmasının farklı şeyler olduğunun altını çizmek gerekmektedir. Hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller, başka şekilde delil elde edilebilmesi ihtimali olup olmaması gibi çeşitli incelemeler ile yani dava konusu somut olayın özelliklerine göre değerlendirmeye alınabilmekte iken; hukuka aykırı şekilde yaratılan; yani delili sunan kişi tarafından kurgulanarak elde edilen delillerin hiçbir şekilde değerlendirilmesi mümkün değildir ve hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin cezai yaptırımlarının da olabilmesi söz konusudur.

TMK madde 184’te yer aldığı üzere; boşanma ve ayrılık davalarında hâkim,  gerek re’sen, gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez ve tarafların bu konudaki her türlü ikrarları hâkimi bağlamaz. Yani zina ettiği iddia edilen eşin bunu kabul etmesi dahi hakimi bağlamayacak ve hakim zinanın gerçekleşmiş olduğuna vicdanen  kanaat getirecektir. Bu davalarda yemin deliline dayanılması da söz konusu olmayacaktır.

Zinanın İspatlanamaması Halinde Diğer Boşanma Sebeplerine Dayanılabilir mi?

Açıklamış olduğumuz üzere zina ispatı zor bir iddia olmasının yanında, davanın açılabilmesi hak düşürücü süreye bağlı olduğundan sürenin kaçırılması halinde usuli açıdan da reddedilme ihtimali olan bir davadır. Bu nedenle de açılan davalarda zina özel sebebinin yanında TMK madde 166/1’de yer alan genel sebeplere yani evlilik birliğinin temelden sarsılmasında da terditli (kademeli) olarak dayanılabilir. Bu durumda mahkemece zinanın ispatlanamadığına karar verilmesi veya zina ispatlansa bile hak düşürücü sürenin geçmiş olmasına bağlı olarak davanın reddedilmesi hallerinde; genel sebebe yani evlilik birliğinin temelden sarsılması ve buna bağlı olarak da ortak hayatın devam ettirilmesinin taraflardan beklenemeyecek olmasına dayalı olarak boşanmaya karar verilebilecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus; dava açılırken zinanın yanında genel sebeplere dayalı boşanmanın da talep edilmiş olmasıdır. Yani dava dilekçesinde; “….tarafların zina nedeniyle boşanmalarına, aksi halde evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı olarak boşanmalarına karar verilmesini talep ediyoruz…” şeklinde taleplerin açıkça belirtilmiş olması gerekmektedir. Aksi halde taleple bağlılık ilkesi gereğince hakimin talep edilmeyen bir sebepten dolayı boşanmaya karar verebilmesi mümkün olmayacak ve dava reddedilecektir.

Zinadan Kaynaklanan Boşanma Davasında Velayet Kime Verilir?

Velayetin verilmesinde çocuğun üstün yararı gözetilir. Bu nedenle anne ya da babasından kimin yanında kalması çocuk için daha faydalı ise çocuğun velayeti o kişiye verilir. Dolayısıyla boşanma davasının zina sebebiyle ikame edilmiş ve bu nedenle boşanmaya karar verilmiş olmasının çocuğun velayetinin zina yapan tarafa verilemeyeceği şeklinde algılanması yerinde değildir. Velayet ile boşanma farklı hukuki konulardır. Bir eşin sadık olmaması, hiçbir zaman iyi bir anne ya da baba olmadığı şeklinde kabul edilemez.

Zina Davasında Tazminat Talebi

TMK madde 174’te belirtildiği üzere; mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Bunun yanında boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir ödeme isteyebilir. Zinadan kaynaklanan boşanma davasında da asıl olarak aldatılan eşin kişilik hakları ağır şekilde saldırıya uğramakta ve toplum içindeki kişiliği zedelenmektedir. Manevi tazminat talep edilmesi halinde, davanın koşullarına göre bu yönde de karar verilecektir.

Tazminat taleplerinde kusur önemli bir yere sahiptir ve eşlerin ikisinin de eşit derecede kusurlu olması halinde tarafların tazminat taleplerinin reddedilmesi gerekmektedir. Örneğin; eşlerden biri zina yapıyor, diğeri de eşini dövüyorsa burada eşlerin eşit kusurunun varlığı kabul edilmelidir. Zina ve şiddet kusurlarından biri diğerinden daha ağır bir kusur teşkil etmez, her iki eylemdeki kusur oranı eşittir ve buna göre tazminat taleplerinin reddine karar verilmelidir.

Aldatılan eşin, zina eden eşin zinasına ortak olan 3.kişiden yani aldatan eşin birlikte olduğu kişiden manevi tazminat talebinde bulunup bulunamayacağı uzun süre, farklı açılardan değerlendirilmiş ve Yargıtay’ın da bu konuda farklı kararları ortaya çıkmıştır. Ancak sonuç olarak Yargıtay tarafından verilen 2018 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında; 3. kişilerin eşler arasındaki evlilik birliğinin tarafı olmadığı ve sadakat yükümlülüğünden sorumlu tutulamayacağı belirtilerek 3. kişilerden tazminat talebinde bulunulamayacağı belirtilmiştir.

Zinaya Dayalı Boşanma Kararının Artık Değere Etkisi (Mal Paylaşımına Etkisi)

Yukarıda da belirtmiş olduğumuz üzere, TMK madde 236’da; zina nedeniyle boşanmaya hükmedilmesi halinde (edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiş ise), davacının talebi olmasa bile hâkim tarafından kusurlu (aldatan) eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verilebileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla zinaya dayalı boşanma davasının, aldatılan eşin yararına olacak şekilde, genel sebeplere dayalı boşanma davasından daha farklı sonuçları olabilmektedir.

2. Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış (TMK madde 162)

Boşanmanın özel nedenleri arasında düzenlenmiş olan işbu madde; kusura dayalı olan mutlak bir boşanma sebebidir. Yani kanun maddesinde sayılan eylemlerin gerçekleşmesi halinde başkaca bir araştırmaya gerek kalmadan mahkeme tarafından boşanmaya karar verilecektir. Aşağıda öncelikli olarak kanun maddesinde belirtilen üç hal için de ortak olan açıklamalar yer alacaktır. Devamında ise belirtilen bu üç duruma ilişkin olarak aşağıda daha geniş açıklamalara yer verilecektir.

Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenine Dayalı Boşanmada Dava Açma Süresi

TMK madde 162/2’de; ilk fıkrada belirtilen hallere dayalı boşanma davasının, davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay içinde ve her hâlde boşanmaya neden olan eyleminin gerçekleşmesinden itibaren beş yıl içinde açılması gerektiği, aksi halde dava açma hakkının düşeceği belirtilmiştir.

Kanunda belirtilmiş olan 5 yıllık ve 6 aylık süreler, kanunda hak düşürücü süre olarak belirtilmiştir. Hak düşürücü süreler hakim tarafından re’sen incelenir ve sürenin geçirilmiş olması halinde davanın usulden reddine karar verilir.

Söz konusu eylemlerin mağdur eşe karşı direkt olarak gerçekleştirilmiş olması halinde 6 aylık süre eylemin gerçekleştirilmesi ile başlayacaktır. Ancak bazı hallerde; örneğin eşin zehirlenmeye çalışılması veya bomba düzeneğinin kurulması ancak bu eylemlerin bir şekilde gerçekleşmemesi durumlarında mağdur eşin bu eylemleri daha sonra öğrenmesi de mümkün olabilmektedir. Bu hallerde süre öğrenme tarihinden itibaren başlayacaktır.

Peki bu eylemlerden anında veya sonradan haberdar olan mağdur eşin; kendisini öldürmek isteyen eş veya başka biri tarafından ,dava açmasını önlemek amacıyla ciddi ve nitelikli bir şekilde tehdit edilmesi veya korkutulması halinde ne olacaktır? Bu haller yine somut olayın özelliklerine göre değerlendirilip tehdidin veya korkutmanın varlığına karar verilmesi halinde bu etmenlerin ortadan kalktığı andan itibaren, 6 aylık süre işlemeye başlayacaktır.

Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenine Dayalı Boşanma Davasında İspat Ve Deliller

Davayı açan taraf iddialarını ispatlamakla yükümlüdür. Dolayısıyla kanun maddesinde sayılan vakıaların meydana geldiğini ileri süren davacı, bu hususları ispatlamak zorundadır.

Burada da delil serbestisi mevcuttur. Davacı davasını; tanık dahil her türlü delille ispatlayabilecektir.

Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenine Dayalı Boşanma Davasında Eşin Affedilmesi

TMK 162/3’de; affeden tarafın dava hakkının olmadığı belirtilmiştir.  İşbu maddenin ilk fıkrasında belirtilen muamelelere maruz kalan eşin açık ya da örtülü, sözlü ya da yazılı bir şekilde diğer eşi affetmesi halinde; bu sebebe dayanarak boşanma davası açması mümkün olmayacaktır. Örtülü biçimde “af” çeşitli şekillerde meydana gelebilmektedir. Örnek verecek olursak; bu sebeple açılan davadan davacı eşin feragat etmesi, olaydan sonra hamile kalması, hiçbir şey olmamış gibi evliliğe eski düzende devam etmesi vb. şekillerde eşin affedildiği kanaati oluşturacak davranışlardan sonra artık söz konusu eylemlere dayanılarak boşanmaya karar verilmesi talep edilemeyecektir. Aftan sonra yeniden gerçekleşen her eylemde TMK madde 162’ye  dayanarak boşanma davasının açılması tabi ki mümkündür.

Burada da belirtelim ki; kanunda sayılan muamelelere maruz kalan eşin suç duyurusunda bulunmamış olması veya mevcut şikayetinden vazgeçmesi “af” olarak nitelendirilemez.

Ortak konutun terk edilmemesi hali de tek başına “af” olarak kabul edilemez. Birçok sebepten dolayı, tarafların aynı evde yaşamaya devam etmesi mümkün olabilir. Gidecek başka bir yerin olmaması, eşlerin ikisinin de evden ayrılmak istememesi, yeni bir düzen oluşturmak için gerekli maddi imkanların olmaması vb. nedenlerle aynı evde ancak ayrı odalarda veya halin gereğine göre bir arada yaşamaya devam edilmesi durumlarında somut olayın özellikleri değerlendirilerek “af” iradesinin mevcut olup olmadığı ortaya konmalıdır. Zira “af”tan bahsedilebilmesi ancak ve ancak tartışmaya yer vermeyecek şekilde bir irade beyanı veya eylemi olmalıdır. Af iradesi boşanma davasından önce ileri sürülebileceği gibi, boşanma davası devam ederken de ileri sürülebilir.

Terditli (Kademeli) Şekilde Dava Açılması

Bu maddede düzenlenmiş olan özel boşanma sebepleri nedeniyle açılan davalar, iddiaların ispatlanamaması veya dava açma süresinin kaçırılması gibi maddi ve usuli nedenlerle reddedilebilmektedir. Bu nedenle de uygulamada, özel boşanma nedenlerinin yanında terditli olarak genel boşanma sebeplerine dayalı olarak da talepte bulunulabilmektedir. Şöyle ki; dava dilekçesinde öncelikli olarak belirtilen özel boşanma sebebine dayalı olarak boşanmaya karar verilmesi; bunun mümkün olmaması halinde ise genel boşanma sebeplerinden olan evlilik birliğinin temelden sarsılmasına (TMK madde 166/1-2) bağlı olarak boşanmaya karar verilmesi talep edilmektedir.

Bilinmelidir ki dava dilekçesinde belirtilmemiş olan bir boşanma sebebine dayalı olarak hakimin boşanmaya karar vermesi mümkün değildir. Yani sadece özel sebeplere dayalı olarak açılan bir davada; bu iddiaların ispatlanamaması ya da herhangi başka bir nedenle bu yönden davanın reddine karar verilip, re’sen genel boşanma sebeplerine dayalı olarak boşanmaya karar verilmesi mümkün değildir. Mahkeme taleple bağlıdır ve şartları oluşsa bile talep edilmeyen başka herhangi bir sebebe dayanarak boşanmaya karar vermesi mümkün değildir.

Tazminat Talepleri

TMK madde 174’te belirtildiği üzere; mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Bunun yanında boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

Madde 174/1′ de belirtilen koşulların varlığı halinde, yani kusursuz ya da daha az kusurlu olunması halinde maddi tazminat talepleri açısından karar verilecektir. Bunun yanı sıra kişilik hakları ağır şekilde saldırıya uğrayan eşe, talebi halinde manevi tazminat ödenmesine de karar verilebilir.

  • Hayata kast

Bir eşin diğer eşi kasten öldürmek amacıyla giriştiği eylemlerdir. Doğal olarak burada girişilen eylem teşebbüs aşamasında kalmış olmalıdır, yani öldürülmek istenen eşin hayatta olması gerekmektedir. Diğer eşi öldürme “kastının” olması demek, gerçekleştirilen eylemin eşi öldürmek amacıyla bilerek ve isteyerek yapılması demektir.

Geçekleştirilen eylem sonucunda, öldürülmek istenen eşin yara almış olması aranmaz. Zira burada önemli olan unsur, kişinin eşini öldürme niyeti ile bir eylemde bulunmuş olması olup, öldürülmek istenen eşin vücut bütünlüğünde bir hasarın meydana gelmiş olması önem taşımamaktadır.

“Öldürme kastı” özellikle arandığından, taksirle yani eşi öldürme kastı olmaksızın, dikkatsizlik veya ihmal nedeniyle ortaya çıkan eylemlerin hayata kast olduğu kabul edilmeyecektir.

Hayata kast; öldürmeye teşebbüs eyleminin gerçekleştirilmesi şeklinde olabileceği gibi; eşin intihara teşvik edilmesi veya intiharına yardım edilmesi şeklinde veyahut yaşamak için yardıma ihtiyacı olan eşe yardım etmeyerek de gerçekleştirilebilir. 

Burada yapılan inceleme TCK anlamında bir inceleme olmayacaktır. Şöyle ki; öldürmeyi tasarlama, kullanılan araçlar, vazgeçme vs. gibi hususlar TCK açısından önem arz eden ve hükmü etkileyen unsurlardır; ancak TMK açısından eşin öldürülmek istenmiş olması ve bunun için birtakım hazırlıklara girişilmiş olması yeterlidir. Öldürmede kullanılacak aracın öldürme sonucunu doğuramayacak şekilde elverişsiz olması, eylemin planlı bir şekilde ya da bir anda gerçekleştirilmesi, öldürmek için gereken ortamı hazırladıktan sonra öldürmekten vazgeçilmesi gibi durumlar önemsizdir. Zira eylem gerçekleşmemiş olsa bile; hiç kimse kendisini öldürmek için hazırlık yapmış bir kişi ile evliliği devam ettirmek zorunda bırakılamaz. Sözlü tehdit aşamasında kalan ancak eyleme dökülmeyen hallerde hayata kasttan bahsetmek olanaklı değildir, bir şekilde ortaya konulmuş bir eylem gerekmektedir. Örnek olarak göğsüne bıçak dayanmış bir eş verilebilir ki; bu halde öldürme eylemi tehdit sınırlarını aşmış ve ortaya konulan hareket açısından artık hayata kast oluşmuştur.

Şiddet, öldürme amacı yok ise tek başına hayata kast olarak değerlendirilemez. Tabi ki bunun sınırı somut olaya göre hakim tarafından değerlendirilmelidir. Bununla birlikte hayatına kast edilen kişi bizzat eşlerden biri olmalıdır; ortak çocuğun hayatına kast veya ana-babanın hayatına kast vb. haller TMK madde 162 kapsamında değerlendirilmemektedir.

Kusur Şartı

Hayata kastın varlığı için en başta aranan unsur, kusurdur. Diğer eşin hayatına kast eden eşe kusur atfedilebilmesi; yani ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir. Kişinin isteyerek veya kendi kusuru ile geçici olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi hallerinde de, kusur şartının mevcut olduğu kabul edilecektir. Örneğin, aşırı alkol alıp, uyuşturucu kullanıp veya başka herhangi bir şekilde ayırt etme gücünü geçici şekilde kaybeden kişinin bu halde iken eşinin hayatına kast etmesi halinde de TMK madde 162’ye göre aranan unsurlar gerçekleşmiş olacaktır.

Hayata kasttan sonra ceza yargılamasına başvurulmamış olması veya daha sonra şikayetten vazgeçilmiş olması TMK madde 162 anlamında bir “af” anlamı taşımadığı gibi olayın meydana gelmediği şeklinde bir kabulden de bahsedilemez. İşbu boşanma davası yargılamasını yürüten hakim, ceza yargılaması ile bağlı değildir, zira iki yargılama türü açısından aranan unsurlar çok farklıdır. Ceza yargılamasında hayata kasteden eş aleyhine bir hüküm verilmemiş olması, boşanma davasına etki etmeyecektir. Ancak ceza yargılamasında maddi olayın tespiti ile eşin hayatına kast edildiği şeklinde hükme varılmış olması halinde, boşanma davası hakimi tarafından bu kararın dikkate alınması gerekecektir. Bu nedenle de görülmekte olan bir ceza davasının varlığı halinde boşanma mahkemesinin ceza mahkemesini beklemesi gerekecektir.

Hayata Kast Nedeniyle Boşanmada Artık Değere Katılma (Mal Paylaşımı)

TMK madde 236/2’de …. hayata kast nedeniyle boşanmaya hükmedilmesi halinde (edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiş ise), davacının talebi olmasa bile hâkim tarafından kusurlu (eşini öldürmeye çalışan) eşin, artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verilebileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla hayata kast edilmesi nedeniyle boşanmaya karar verilmesinin, genel sebeplere dayalı boşanma davasından daha farklı sonuçları olabilmektedir.

  • Pek Kötü Muamele

Bir eşin diğerine acı çektiren, vücut bütünlüğüne ve ruh sağlığına karşı gerçekleştirdiği her türlü saldırı pek kötü muamele olarak nitelendirilmektedir. Eşin aç-susuz bırakılması, eve, odaya, bodrum katına vb. yerlere hapsedilmesi, dayak ve işkence görmesi, ağır hakaretler edilmesi, haysiyetine ve namusuna hakaret edilmesi, para karşılığı başkaları ile cinsel ilişkiye zorlanması, vücudunda sigara söndürülmesi, normal olmayan cinsel ilişkiye zorlanması ve daha çoğaltılabilecek birçok şekilde eşe fiziksel veya ruhsal olarak şiddet uygulanması hali bu kavram içerisine girmektedir.

Daha genel bir ifadeyle; hayata kast olarak değerlendirilmeyen fiziksel tüm saldırılar pek kötü muamele kapsamına girmektedir. Belirtelim ki özellikle fiziksel şiddetin sürekli tekrarlanıyor olması kesinlikle aranan bir şart değildir. Bir kez bile şiddet uygulanmış olması da pek kötü muamele olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında eşin manevi olarak da şiddete uğraması söz konusudur. Eşe sevgisiz davranmak, onu sevmediğini söylemek, çirkin olduğunu söylemek vb. davranışlar psikolojik şiddete örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca ekonomik şiddet de diğer bir şiddet türüdür. Eşin evin ihtiyaçlarını karşılamaktan kaçınması, aile geçimine katkıda bulunmaması vb. haller ve hatta cimrilik bile ekonomik şiddet olarak kabul edilebilmektedir.

Kusur Şartı

Diğer eşe karşı gerçekleştirilen kötü muamelenin bilinçli olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yani bunları yapan eşe kusur atfedilebilmesi için, bu eşin ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir. Kişinin isteyerek veya kendi kusuru ile geçici olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi hallerinde de, kusur şartının mevcut olduğu kabul edilecektir. Örneğin, aşırı alkol alıp, uyuşturucu kullanıp veya başka herhangi bir şekilde ayırt etme gücünü geçici şekilde kaybeden kişinin bu halde iken eşine pek kötü muamelede bulunması durumunda da TMK madde 162’ye göre aranan unsurlar gerçekleşmiş olacaktır. Ancak örneğin akıl hastalığının varlığı halinde, TMK madde 162 değil TMK madde 165 (akıl hastalığı) hükümlerine dayanarak dava açılması gerekmektedir.

Eylemin TCK kapsamında bir suç olup olmaması veya bu yönde bir şikayette bulunulması veya bulunulmaması bir önem taşımamaktadır. Mevcut şikayetten vazgeçilmesi de aynı şekilde boşanma davasına etki etmeyecektir. Ceza dosyasında tarafların barıştıklarına ilişkin açık bir beyanın varlığı halinde ise, hakimin de değerlendirmesi sonucu somut olaya göre “af” olgusunun varlığı da söz konusu olabilecektir.

  • Onur Kırıcı Davranış

Bir eşin diğerinin kişilik haklarını ağır derecede ihlal etmesi, eşin namusuna ve şerefine karşı ağır saldırılarda bulunmasıdır. Bu eylem sözlü, yazılı, fiilen ya da başka herhangi bir şekilde gerçekleştirilebilmektedir.

Sergilenen hareketlerin onur kırıcı davranış olarak kabul edilip edilmeyeceği hakim tarafından somut olayın koşulları göz önünde bulundurularak belirlenecektir. Onur kırıcı davranışın varlığı tespit edilirken, eşlerin sosyal ve ekonomik durumları, eğitimleri, yaşadıkları çevre, yetiştikleri kültürel ortam gibi hususların yanında onur kırıcı olduğu iddia edilen davranışların ne zaman, nerede, kimlerin yanında, ne şekilde gerçekleştirildiği gibi hususlar birlikte değerlendirilecektir.

Yargıtay tarafından özellikle namus ve şerefe yönelik hakaretler, toplum önünde küçük düşürücü hareketler bu kapsamda değerlendirilmektedir. Kişinin eşini sürekli olarak sadakatsizlikle suçlaması, herkesin içinde hakaret etmesi, aile veya arkadaş çevresinde eşin bakire olmadığının söylenmesi gibi olaylar bu hususa örnek teşkil edebilir.

Kusur Şartı

Diğer eşe karşı gerçekleştirilen onur kırıcı davranışın bilinçli olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yani bunları yapan eşe kusur atfedilebilmesi için, eşin ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir. Onur kırıcı davranışın; küçümsemek, eşi hor görmek gibi nedenlerle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Kişinin kızgınlıkla veya şaka yapmak maksadı ile bu şekilde davranmış olması hallerinde onur kırıcı eylemin varlığından bahsedilemeyecektir. Yine örneğin akıl hastalığının varlığı halinde, TMK madde 162 değil TMK madde 165 (akıl hastalığı) hükümlerine dayanarak dava açılması gerekmektedir.

Eylemin TCK kapsamında bir suç olup olmaması veya bu yönde bir şikayette bulunulması veya bulunulmaması bir önem taşımamaktadır. Mevcut şikayetten vazgeçilmesi de aynı şekilde boşanma davasına etki etmeyecektir. Ceza dosyasında tarafların barıştıklarına ilişkin açık bir beyanın varlığı halinde ise, hakimin de değerlendirmesi sonucu somut olaya göre “af” olgusunun varlığı da söz konusu olabilecektir.

3. Suç işleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme (Madde 163)

Kanun metninde; “Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir” düzenlemesi yer almaktadır.

Öncelikle belirtelim ki; işbu boşanma sebebi özel boşanma sebeplerindendir. Ancak mutlak bir boşanma sebebi değildir, zira madde metninde belirtilen hususların yalnızca gerçekleşmiş olması boşanmaya karar verilmesi için yeterli değildir; bunun yanında meydana gelen bu hususlar sonucunda diğer eşin, suç işleyen yada haysiyetsiz yaşam süren eş ile yaşamasının kendisinden beklenemez olması gerekmektedir. Bu konudaki takdir ise hakime aittir.

Diğer eşe karşı gerçekleştirilen kanunda belirtilen eylemlerin, bilinçli olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yani bunları yapan eşe kusur atfedilebilmesi, eşin ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir.

Aşağıda maddenin geneline ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme kavramları ayrıca açıklanacaktır.

Dava Açma Süresi ve Af

Kanunda işbu davanın açılması için belirtilmiş olan bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımı süresi yoktur. Bu durumdan davanın her zaman açılabileceği anlaşılsa da, genel olarak dava açma hakkının kötüye kullanılmaması gerekmektedir. Yani eşinin küçük düşürücü suç işlediğini veya haysiyetsiz bir yaşam sürdüğünü uzun zamandan beri bilen ve bu şekilde normal olarak hayatına devam eden eşin açtığı dava reddedilebilecektir. Zira yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi, işbu boşanma sebebine dayanarak açılan davanın kabul edilebilmesi için, söz konusu eş ile yaşamın çekilmez hale gelmiş olması şartı aranmaktadır. Uzun süre bunu bilerek hayatına normal şekilde devam eden eş açısından; ortak hayatın yürütülmesine engel olan, birlikte yaşamayı çekilmez kılan herhangi bir olgunun varlığından bahsedilemeyeceği için davası reddedilecektir.

Aynı husus af kavramı için de geçerlidir. Kanunda af olgusunda bahsedilmemiştir. Ancak burada da; eşinin küçük düşürücü suç işlediğini veya haysiyetsiz bir yaşam sürdüğünü bilen diğer eş, ortak yaşama her zaman ki gibi devam etmekte ise ortak hayatın bu eş için çekilmez hale geldiğinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Örnek verecek olursak; eşinin genel ev işlettiğini bilen ve bu şekilde yaşamını sürdüren kişinin veya eşinin uyuşturucu ticareti yaparak para kazandığını ve aile birliği için gereken harcamaların bu para ile yapıldığını bilerek hayatını idame ettiren eşin; bu sebeplerle boşanma davası açması mümkün olmayacaktır.

Terditli Dava Açılması

TMK madde 163 ile birlikte başka özel boşanma nedenleri de var ise bu nedenlere de dayanarak veya TMK madde 163 ile birlikte terditli olarak; TMK madde 166/1-2’de düzenlenen ve genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı olarak da boşanma davası açılması mümkün olacaktır. Bu şekilde hakim, madde 163 şartlarının oluşmadığına kanaat getirse bile, bu kez dayanılan diğer özel sebeplere veya evlilik birliğinin temelden sarsılmasına bağlı olarak boşanmaya karar verebilecektir.

Velayetin kime verileceği hususunda çocuğun üstün yararı gözetilmektedir. Bu nedenle de kanun maddesinde sayılan eylemleri gerçekleştiren eşe velayetin verilmesi pek mümkün olmayacaktır. Somut durumun özelliklerine göre hakim gerekli değerlendirmeleri yapacak ve kararını verecektir. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanma kararı ile karara bağlanacaktır.

  • Küçük Düşürücü Suç İşlenmesi

Kişinin toplumdaki yerinin sarsılmasına, toplum tarafından kınanarak dışlanmasına sebep olan suçlar küçük düşürücü suçlardır. Cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu ticareti, cinsel saldırı, cinsel istismar, insan kaçakçılığı ve daha sayılabilecek birçok suç küçük düşürücü olarak nitelenebilmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, suça verilen cezanın ağırlığından ziyade suçun neden işlendiği olmalıdır. Zira meşru müdafaa nedeniyle cinayet işlenmesi, açlıktan ölmek üzere iken ekmek çalınması gibi durumlarda zaruret hali söz konusudur ve bu durumda küçük düşürücü suçtan bahsedilmesi mümkün değildir. Suçu işleyen eş hakkında herhangi bir soruşturma yürütülmemiş ve kişi bu suçtan bir ceza almamış olsa dahi bu sebebe dayanarak boşanma davası açılmasında bir engel bulunmamaktadır. Yürütülen bir ceza davasının varlığı halinde ise, boşanma hakiminin ceza dosyasının sonuçlanmasını beklemesi gerekecektir.

Bazı suçlar şikayete bağlıdır ve suç işleyen eş hakkında bir şikayette bulunulmamış olması veya eşin aldığı cezanın af ile ortadan kalkması gibi unsurlar da boşanma davası açılmasının önünde engel oluşturmamaktadır. Önemli olan husus, eşin bu suçu işlemiş olmasıdır. Ceza kovuşturmasının yürütülmemiş olduğu hallerde, suçun işlenip işlenmediğini boşanma davasını yürüten hakim takdir etmek durumundadır. Burada belirtelim ki suçun eş tarafından birden fazla kez işlenmiş olması da aranan bir şart değildir, yani eşin suçu yalnızca bir kere işlemiş olması da yeterli olacaktır.

Bu sebebe dayalı olarak boşanma davası açılabilmesi için küçük düşürücü suçun evlendikten sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Evlilik tarihinden önce gerçekleştirilmiş bu tür suçlar nedeniyle işbu sebebe bağlı olarak boşanmaya karar verilmeyecektir.

Ancak eşinin evlenmeden önce işlemiş olduğu yüz kızartıcı suçlardan evlilikten sonra haberdar olan eş, şartlarının oluşmuş olması halinde TMK madde 149 (yanılma) veya 150’ye (aldatma) dayanarak evliliğin iptalini talep edebileceği gibi; genel sebeplerden olan evlilik birliğinin temelinden sarsılması gerekçesi ile boşanma davası açabilecektir.

  • Haysiyetsiz Hayat Sürme

Haysiyetsiz hayat sürme neye göre belirlenecektir? Bu konuda kanunda açık bir tanım bulunmamaktadır. Genel olarak tanımlayacak olursak; toplumun ahlak ve değer yargıları ile bağdaşmayan, şeref ve namus kavramlarına aykırı şekilde devam edilen yaşam şeklidir. Bu konudaki karar boşanma mahkemesine ait olacaktır.

Eşlerden birinin haysiyetsiz olarak tanımlanan bir yaşam biçimi benimsemiş olması ve buna bir süre devam etmiş olması gerekmektedir. Küçük düşürücü suçta da belirtmiş olduğumuz üzere bu tarzdaki hayatın, evlilik birliği içinde gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Evlenmeden önce bu şekilde bir hayat devam ettirilmiş olması halinde (evlilikten önce bu yaşam tarzına son verilmiş ise) , bu sebebe dayalı olarak boşanmaya karar verilmesi talep edilemeyecektir. Burada, söz konusu eylemlerin ne zaman başladığı önemli değildir, önemli olan evlilik birliği içerisinde belli bir süre haysiyetsiz hayatın devam ettirilmiş olmasıdır. Yani evlenmeden önce bu şekilde yaşayan eş, evlilik ile birlikte bu hayata son vermiş ise artık TMK madde 163’e dayanılamayacaktır. Ancak bu tarz bir hayat evlenmeden önce sürdürülürken, evlendikten sonra da buna bir süre de olsa devem etmişse o zaman anılan kanun maddesine dayanılarak boşanma talep edilebilecektir.

Ancak eşinin evlenmeden önce devam ettirdiği haysiyetsiz yaşamdan evlilikten sonra haberdar olan eş, şartlarının oluşmuş olması halinde TMK madde 149 (yanılma) veya 150’ye (aldatma) dayanarak evliliğin iptalini talep edebileceği gibi; genel sebeplerden olan evlilik birliğinin temelinden sarsılması gerekçesi ile boşanma davası açabilecektir.

Hayat kadını olarak çalışmak, homoseksüel (eşcinsel) bir hayat sürmek, alkol, kumar veya uyuşturucu bağımlılığı, pavyonda çalışmak, jigololuk yapmak gibi haller haysiyetsiz yaşam sürmek olarak kabul edilmektedir. Yine belirtelim ki bu eylemlerin bir süre devam etmiş olması şarttır. Yalnızca bir defa gerçekleşen davranışlar bu kapsama dahil değildir.

Bu davranışların ceza gerektiren haller olması da şart değildir. Örneğin resmi olarak genel ev işletilmesi yasaldır ancak genel ev işletmek toplum değer ve ahlak yargılarına aykırıdır.

4. Terk (TMK madde 164)

Terk; özel olarak düzenlenen mutlak boşanma sebeplerindendir. Bu sebebe dayanarak açılan boşanma davalarında; kanun maddesinde sayılan hallerin gerçekleşmiş olması boşanmaya karar verilmesi için yeterlidir. Hakim tarafından ayrıca, ortak yaşamın devam ettirilmesinin diğer eş için katlanılmaz hale gelip gelmediğinin araştırılmasına gerek yoktur.

TMK madde 164’te belirtilen hususlara maddeler halinde değinmek yerinde olacaktır.

  • Eşlerden birinin ortak konutu, evlilikten doğan sorumluluklarını yerine getirmemek amacı ile terk etmesi 

Maddede de belirtildiği üzere, öncelikle fiili bir terkin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Yani eşlerin küs olmaları veya evliliği devam ettirme niyetlerinin olmaması gibi hallerde de, aynı evin içinde yaşamaya devam ediyor olmaları terk sebebine dayanmalarına engeldir.

Diğer bir husus da, terkin ne amaçla gerçekleştirildiğidir. Terk eden eşin, evlilik birliğinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmemek için evi terk etmiş olması gerekmektedir. Bu da demek oluyor ki; iş gereği bir süre seyahatte olunması, askere gidilmesi, tedavi nedeniyle ev dışında kalmak zorunda olunması vb. geçerli sebeplerin varlığı hallerinde terkin gerçekleşmiş olduğundan bahsedilemez.

  • Geçerli sebeple ortak haneyi terk eden eşin, bu sebebin ortadan kalkmış olmasına rağmen ortak haneye geri dönmemesi

Eşlerden birinin yukarıda saymış olduğumuz; iş seyahati, sağlık, askerlik vb. nedenlerle ortak haneden ayrılmış olması halleri sona erdikten sonra; yani işlerinin tamamlanmış, sağlığına kavuşmuş, askerlik görevini tamamlamış olması ve buna rağmen ortak haneye geri dönmemiş olması gerekmektedir. Belirtmiş olduğumuz gibi, terk eden eşin amacının evlilik yükümlülüklerinden kaçınma amacında olması aranan başlıca şarttır. İlk amaç bu olmasa bile sonradan bu gayenin ortaya çıkmış olması ve bu nedenle ortak haneye dönülmemiş olması gerekmektedir.

  • Terk Eylemin En Az 6 Ay Sürmüş Olması Şartı

Eşin ortak konutu terk etmesinin üzerinden en az 6 ay geçmiş olması gerekmektedir. Tabiatıyla terk durumunun davanın açılması sırasında da hala devam ediyor olması şarttır. Terk eden eşin sırf 6 aylık süreyi bölmek amacıyla ortak konuta dönme amacı olmamasına rağmen öyleymiş gibi yapması, yani asıl amacı hususunda samimi olmaması durumlarında da terkin hala devam ettiği kabul edilmektedir. Bunun yanında eş gerçekten ortak konuta dönmek amacı ile gelmiş ve ancak yeniden evi terk etmişse bu halde artık ilk terk eyleminde işleyen süre kesilmiş olacak ve ikinci terk ile birlikte 6 aylık süre hesabı baştan başlayacaktır.

  • Kanunda belirtilen usullere uygun şekilde evi terk eden eşe yapılan ihtara rağmen, terk eden eşin haklı bir sebep olmaksızın eve dönmemesi

Terkin 6 ay sürmüş olması dava açılması için yeterli değildir, terk eden eşe usulune uygun şekilde ihtar gönderilmiş olması gerekmektedir. İhtar için aranan şartlar aşağıda yer almaktadır:

  • Terk eden eşin terk eyleminin üzerinden en az 4 ay geçmiş olmalıdır. Açıklamak gerekirse; eşin evi terk etmesinin üzerinden  en az 4 ay geçtikten sonra kalan eş ihtar gönderebilir. İhtarın tebliğinden  itibaren de terk eden eşin  2 aylık süre içerisinde geri dönmemesi halinde ise toplam olarak 6 ay geçmiş olur ve böylece terke dayalı boşanma davası için aranan 6 aylık süre şartı gerçekleşir.
  • İhtarname, mahkemeye başvurarak veya noter kanalıyla gönderilmelidir.
  • İhtarnamenin gönderileceği, terk eden eşin bulunduğu adresin açık olarak belirtilmesi, adresin bilinmiyor olması halinde ise ihtarın ilan yoluyla yapılması gerekmektedir.
  • Gönderilen ihtarnamede, terk eden eşin 2 ay içerisinde eve dönmesi; aksi hale buna bağlı olarak ortaya çıkacak sonuçlar açıkça belirtilmelidir.

Yargıtay tarafından;

  • Davet eden eşin evde olmaması halinde, terk eden eşin ortak konuta girebilmesi için yapması gerekenlere (anahtarı nerde bulacağı gibi) ihtarda yer verilmesi,
  • Davet eden eşin, terk eden eşin yol masraflarını da göndermesi
  • Terk eden eşin dönmesi için davet edildiği evin bağımsız bir ev olması şartları aranmaktadır. Yani davet edilen evin anne-baba ile birlikte yaşanan ev olması halinde terk eden eşin eve dönmemesi haklı olarak kabul edilmektedir. Bağımsız ev eşlerin birlikte seçmiş oldukları ev olabileceği gibi, TMK madde 188 gereği davet eden eşin seçmiş olduğu veya mahkeme tarafından belirlenmiş bir ev de olabilir.
  • Terk edilen eşin (davet eden eşin)de davetinin gerçek anlamda, samimi bir davet olması gerekmektedir. İhtarname gönderip kapının kilidinin değiştirilmesi, terk eden eş geldiğinde kapının açılmaması, şiddet uygulanması gibi hallerde samimi bir davetten söz edilemez.

İhtarın gönderilmesi ile birlikte davet eden eş, terk eden eşin ihtar tarihine kadar ki kusurlu eylemlerini affetmiş/hoş görmüş olmaktadır. Bu da şu anlama gelmektedir ki; ihtar tarihine kadar ki kusurlarından dolayı terk eden eşe karşı boşanma davası açılamayacaktır.

Boşanma davası açılmış olması halinde eşlerin ayrı yaşaması olağandır. Ancak ihtarname kendisinde tebliğ edildikten sonra boşanma davası açan ve bu davadan dolayı ayrı yaşadıklarını ileri süren terk eden eşin bu iddiası dinlenmez, yani terk için geçerli bir sebep oluşturmaz. Aynı şekilde boşanma davası devam ederken eve davet ihtarnamesi gönderilmesi bir geçerlilik taşımamaktadır.

  • Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayılması

Bir eşin diğeri tarafından haksız yere ortak evi terk etmeye zorlanması veya bu eşin ortak eve geri dönmek istemesine rağmen buna izin verilmemesi halinde; terke zorlayan veya eve almayan eş terk etmiş kabul edilecektir. Şöyle ki; bazen bir eş diğerini herhangi bir nedenle ya da nedensiz olarak evden kovmakta veya şiddet, hakaret, korkutma, kötü muamele vb. eylemlerde bulunarak evden ayrılmasına sebep olmaktadır. Bu hallerde terk eden eşin amacı evden ayrılmak değildir; ancak diğer eşin eylemleri terk ettiği iddia edilen eşin eve girmesinin engellenmesi veya evde kalamayacağı bir ortam oluşturarak terke mecbur bırakılması yönünde olmaktadır. İşte bu hallerde bu davranışları sergileyen yani terke zorlayan eş terk etmiş sayılmaktadır ve terke zorlanan eş, diğer koşulların da oluşmasıyla terke dayalı boşanma davası açabilmektedir.

Son olarak şunu da belirtelim ki Yargıtay, terke dayalı boşanma davası ile evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı boşanma davasının terditli olarak birlikte açılmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir. Zira terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için gerekli usuli işlemlerden birinin ortak konuta davet için terk eden eşe ihtarname gönderilmesi olduğunu açıklamıştık. Terk davasında evlilik birliğinin temelden sarsılmasına da terditli olarak dayanıldığında eşin eve davetinin samimi bir davet olmadığı ve terke dayalı davanın koşullarının oluşmadığı kabul edilmektedir. Bunun yanında ihtar ile birlikte, terk eden eşin ihtardan önceki kusurlarının da affedilmiş veya hoş görülmüş olduğu kanaati oluştuğundan artık terk eden eş ile ortak yaşamın devam ettirilemediğinin iddia edilemeyeceği benimsenmektedir.

Islah yolu ile terke dayalı boşanma davasının, evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı boşanma davasına çevrilebilmesi mümkün olmakla birlikte; bunun için de ihtarname gönderilmesinden sonra ortaya çıkmış olan sebeplerin bulunması ve sebeplerin evlilik birliğini temelden sarsmış olduğunun ortaya konulması gerekmektedir.

Dava Açma Süresi

İşbu davanın açılması için kanunda belirtilmiş bir süre bulunmadığından, terk nedeniyle boşanma davasının açılması her zaman mümkündür.

5. Akıl Hastalığı (TMK madde 165) 

Akıl hastalığına dayalı olarak boşanma davası; özel boşanma sebeplerinden olup nisbi olarak düzenlenmiştir. Kanunda da belirtildiği üzere; bu sebeple boşanmaya karar verilebilmesi için, evliliğin diğer eş için çekilmez bir hal almış olması gerekmektedir. Eşlerden birinin akıl hastası olması tek başına boşanmaya karar verilmesinde yeterli değildir. Keza her akıl hastalığı boşanma sebebi yaratmamaktadır.

TMK madde 165’e dayanarak dava açılabilmesi için kanunda belirtilmiş olan şartlara aşağıda yer verilmiştir.

  • Akıl Hastalığının Evlilikten Sonra Ortaya Çıkmış Olması Şartı

Burada ilk olarak incelenmesi gereken husus, akıl hastalığının ne zaman ortaya çıktığıdır. Evlilikten önce var olan akıl hastalığı nedeniyle evliliğin mutlak butlanla iptali davası; evlilikten sonra ortaya çıkan akıl hastalığı halinde ise akıl hastalığına dayalı boşanma davası açılması gerekecektir. Şöyle ki;

Evlilik tesis edilmeden önce, eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının varlığı söz konusu ise bu halde TMK madde 145’te düzenlenmiş olan mutlak butlana dayalı olarak evliliğin iptali talepli dava açılmalıdır.

Akıl hastalığına dayalı olarak boşanma davası açılabilmesi için ise; işbu akıl hastalığının evlendikten sonra ortaya çıkmış olması gerekmektedir. Bazı görüşlere göre akıl hastalığının evlilikten önce var olması ve evlilik sırasında devam ediyor olması halinde; diğer eş dilerse  mutlak butlana dayalı iptal davası, dilerse de akıl hastalığına dayalı boşanma davası açabilecektir. Ancak kanaatimizce bu görüş yerinde değildir. Zira evliliğin mutlak butlanına dayanılıyorsa o zaman ortada geçerli bir evlilik yok demektir, bu halde de mevcut olmayan bir evliliğe karşı boşanma davası açılması da mümkün değildir.

  • Hastalığın İyileşmesine Olanak Bulunmadığının Resmi Sağlık Kurulu Raporu İle Tespit Edilmesi

Eşlerden birinde mevcut olan akıl hastalığının iyileşmesinin mümkün olmadığının resmi sağlık kurulu tarafından düzenlenecek rapor ile tespit edilmesi gerekmektedir. Bu konuda düzenlenecek raporun boşanma davası sırasında tanzim edilmesi gereklidir, daha önce alınmış bir rapora dayanarak bu yönde bir karar tesis edilemez. Tedavisi mümkün olan bir akıl hastalığına dayalı olarak boşanma kararı verilemeyeceği gibi; geçici olarak meydana gelen iyileşmelere bağlı olarak da akıl hastalığının iyileştiği kabul edilemez.

İyileşme ihtimalinin kesin şekilde mümkün olmadığından bahsedilemese de, yüksek ihtimal ile iyileşme sağlanamayacağı şeklinde kanaate varılası halinde de iyileşme ihtimalinin olmadığı kabul edilmeli ve buna göre hüküm kurulmalıdır.

  • Akıl Hastası Olmayan Eş İçin Ortak Hayatın Çekilmez Hale Gelmiş Olması 

Eşlerden birinin, iyileşemeyecek şekilde akıl hastası olduğunun resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmesinin ardından hemen boşanmaya karar verilemeyecektir. Hakim tarafından, bu akıl hastalığını ortak hayatı diğer eş için çekilmez hale getirip getirmediğinin de araştırılması gerekmektedir. Diğer eşin sağlığını tehlikeye atan veya eş açısından sürekli korku yaratan davranışlarda bulunulması, sürekli olarak sağlık kuruluşlunda tedavi ve bakımının gerekli olması, çocukların gelişimine olumsuz etkide bulunması, gelecek nesillere de aynı hastalığın aktarılma ihtimali, aile ekonomisinde yaşanacak olumsuzluklar vb. hususlar birlikte yaşamın çekilmez hale gelmesine sebep olarak görülmektedir.

Dava Açma Süresi, Davanın Tarafları ve Delil

Kanunda belirtilen herhangi bir süre bulunmamaktadır, bu nedenle akıl hastalığı sebebiyle her zaman dava açılması mümkündür. 

Davanın bizzat akıl hastası olmayan diğer eş tarafından açılması gerekmektedir.  Dava açma hakkına sahip olan bu eşin  ölümü halinde kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hak, mirasçılarına geçmeyecektir. TMK madde 181/2’de; …boşanma davası devam ederken eşlerden birinin ölmesi halinde mirasçılarının davaya devam edebilecekleri düzenlenmiştir. Devam edilen davada diğer eşin kusurlu olduğunun ispatlanması ile de boşanmaya karar verilecektir. Akıl hastalığına dayanan boşanma davasında ise mirasçıların davaya devam edememesinin nedeni; kanun maddesinde belirtilen, “diğer eşin kusurlu olması” şartıdır. Zira dava açmaya hakkı olan eşin ölümü ile, mirasçıları tarafından davaya devam edilmesi halinde, ancak davalının kusurlu bulunmasıyla  boşanmaya karar verilecektir. Bu halde davalı olan eş akıl hastası olduğuna göre, iradi olarak kusur gerçekleştirmesi mümkün olmadığından bu husus ispatlanamayacak ve davaya devam edilmesinde hukuki bir yarar olmayacaktır

Davalının, davanın görülmeye devam ettiği süre içerisinde ölümü halinde de mirasçılarının davaya devam etmesi mümkün olmayacaktır. 

Bununla birlikte, yargılama sırasında davalı eşin, kendini savunamayacak vaziyette olduğunun mahkeme hakimince  tespit edilmesi halinde; hakim tarafından Sulh Hukuk Mahkemesi’ne ihbarda bulunularak davalı eşe bir vasi atanması talep edilir. Vasi atamasından sonra ise vasinin de davaya dahil edilmesi gerekmektedir.

Davacı eş iddiasını tanık da dahil olmak üzere tüm delillerle ispat edebilir.

Akıl Hastalığının Mevcut Olması Halinde Başka Bir Nedene Dayanarak Boşanma Davası Açılması

Akıl hastalığı varken, genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelden sarsılmasına bağlı olarak dava açılması mümkün değildir. Zira, bu sebebe dayanılabilmesi için evlilik birliği içerisindeki eylemlerin eşler tarafından iradi olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Akıl hastası olan eşin iradi olarak davrandığının kabulü mümkün olmadığından Yargıtay, bu nedenle boşanmaya karar verilemeyeceğine hükmetmiştir.

Genel sebeplere dayanılarak açılan boşanma davasına; eşin akıl hastası olması halinde  ıslah yolu ile akıl hastalığı sebebine dayalı boşanma davası olarak devam edilmesi mümkün olacaktır.

6. Evlilik Birliğinin Sarsılması (Şiddetli Geçimsizlik, TMK madde 166)

TMK madde 166/1-2’de, eşlerin kusurlarından kaynaklanan evlilik birliğinin temelden sarsılması düzenlenmiş olup; TMK madde 166/3’te “anlaşmalı boşanma” ve madde 166/4’te “ortak hayatın tekrar tesis edilememesi” halleri düzenlenmiştir. Madde 166/1-2 ‘de kusur aranırken; TMK madde 166/3 ve 166/4’te eşlerin kusuru aranmaksızın karine olarak evlilik birliğinin temelden sarsıldığı düzenlemesi yer almaktadır. Aşağıda madde fıkraları ayrı ayrı ele alınmıştır.

  • TMK madde 166/1-2′

Genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı boşanma davası, evlilik birliğinin sürdürülmesinde eşler açısından bir menfaat kalmadığı, ortak hayatın sürdürülmesinin imkansız bir hal aldığı hallerde ve sebep açısından bir sınırlama olmaksızın açılabilmektedir. TMK madde 166/1’de düzenlenmiş olan genel sebeplere dayalı boşanma davası, özel boşanma sebepleri mevcut olmadığında veya özel boşanma sebepleri ile birlikte terditli olarak (terk ve akıl hastalığına dayalı boşanma sebepleri hariç olmak üzere) ikame edilebilmektedir.

Genel boşanma sebebine dayanılabilmesi için ; evlilik birliğinin temelden sarsılmış olması ve eşlerin ortak yaşamı devam ettirmesinin kendilerinden beklenemeyecek hale gelmiş olması gerekmektedir. TMK madde 166/2’de ise davacının daha ağır kusurlu olması halinde davalının davaya itiraz edebilmesi düzenlenmiştir. Aşağıda da belirtileceği üzere bu düzenleme ile kimsenin kendi kusurundan faydalanamayacağı ilkesi benimsenmiştir. Ancak burada da davalının bu hakkını kötüye kullanıp kullanmadığının araştırılması gerektiği de yer almaktadır. Zira evliliğin devam ettirilmesinde ne davalının ne de varsa çocukların bir yararı yoksa; tabiri caizse bitmiş bir evlilik ise söz konusu, ancak davalı yine de davacıyı zor durumda bırakmak, onu uğraştırmak amacıyla davaya itiraz ediyor ise hakim yine de boşanmaya karar verebilecektir. Evlilik birliğinin temelden sarsılmasına ilişkin boşanma davalarında, hakime verilen ortak hayatın devam ettirilmesinin mümkün olup olmadığına ilişkin takdir yetkisinde ki amaç; evliliğin kurtarılabilmesi, toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunun; eşler ve çocuklar açısından sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi ihtimalinin olması halinde boşanma davasını reddetmesidir. Ancak davalının amacı aile birliğini devam ettirmek olmayıp, davacı eşe eziyet etmek ise bu halde itiraz hakkının kötüye kullanılması söz konusu olacak ve hakim, itiraz olmasına rağmen davacının davasını kabul edecektir.

Evlilik birliğinin temelden sarsılması ile ifade edilmek istenen durum

Eşler arasında çok yoğun anlaşmazlık, geçimsizlik bulunması ve bu durumun evliliğin devamı için eşlerde hiçbir istek bırakmaması halidir. Bu durumun tespitini ise hakim yapmaktadır. Eşlerin sosyal ve kültürel durumları, eğitimleri, aile yapıları, yaşam şartları ve yetiştikleri sosyal ortam ve daha birçyaok koşul değerlendirilerek eşler arasındaki anlaşmazlığın varlığı tespit edilecektir.

Evlilik birliğini hangi eylem ve durumların temelden sarstığına ilişkin kesin bir açıklama yapmak mümkün değildir. Her evliliğin somut koşullarına göre, hakim tarafından gerekli değerlendirmeler yapılacaktır.

Ancak aşağıda Yargıtay kararları ışığında evliliğin temelden sarsıldığının kabul edildiği örneklere yer verilmektedir.

  • Eşe fiziksel şiddet uygulanmasına; itekleme, elle veya başka bir aletle vurma, zor kullanma, saçını çekme, boğazını sıkma, kömürle yakma, eşin üzerine kaynar su  dökme, sağlıksız yaşamasına neden olma, kötü fiziksel koşullarda yaşamaya zorlama vb. eylemler örnek oluşturmaktadır.
  • Eşe karşı cinsel şiddet uygulanmasına; eşin istemediği zamanlarda, yerlerde veya durumlarda cinsel ilişkiye zorlama, çocuk doğurmaya mecbur bırakma, kürtaja zorlama, başkaları ile cinsel birlikteliğe zorlama, cinsel organlara zarar verme, cinsel birliktelikte bulunmama vb. eylemler örnek olarak verilebilir.
  • Eşe psikolojik şiddet uygulanmasına; eşi baskı altına almaya çalışma, aşağılama, sevmediğini söyleme, eşe hakaret etme, çirkin olduğunu ifade etme, eşin fiziksel özellikleri ile dalga geçme, ailesi, arkadaşları veya başkaları ile görüşmesini engelleme, dışarı çıkmasını yasaklama, eşi korkutma, cezalandırma, kendini geliştirmesine izin vermeme, kıskançlık ve buna bağlı olarak kontrol altında tutma, kılık kıyafete karışma vb. eylemler örnek olarak verilebilir.
  • Eşe karşı ekonomik şiddet uygulanmasına; evlilik birliğine ilişkin ekonomik gerekliliklerin yerine getirilmemesi, eşin hiçbir sebep olmaksızın çalışmaması, eşin zorla çalıştırılması veya çalışmasına izin verilmemesi, aşırı tutumluluk (cimrilik), her harcamanın tek tek hesap edilmesi, eşe para verilmemesi, eşin elindeki paranın alınması, ev eşyalarının diğer eşten habersiz satılması veya eşyaların evden çıkarılması, fazla borçlanmaya sebep olunması, borçlardan dolayı eve haciz gelmesi vb. eylemler örnektir.
  • Evlilik birliği içerisinde ilgisizliğe; eşin ihtiyaç duyduğu zamanlarda diğer eşe desek vermemesi, hastalandığında ilgilenmemesi, hamilelik ve doğumda yanında olmaması, doğumdan sonra eş ve çocuk ile ilgilenmemesi, çocuklara karşı sorumsuz olması, aile birliğine karşı sorumsuz olması vb. eylemler örnek teşkil eder.
  • Sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlara; başkaları ile flörtleşme, mesajlaşma, bedensel olarak yakınlaşma, gece eve geç gelme, eskiden duygusal ilişki içerisinde olunan kişilerle görüşme, sosyal medya ve arkadaşlık/çöpçatanlık siteleri üzerinden başkaları ile bağlantı kurma, eşin kendisine ilgisi olduğunu bildiği kişiler ile yakınlık kurması, sosyal ortamda zaman geçirmesi vb. eylemler örnek olarak verilebilir.
  • Güven sarsıcı hareketlere; bulunulan yerler ve görüşülen kişiler hakkında sürekli yalan söyleme, işi gerektirmediği halde sürekli ve uzun süreli iş seyahatleri yapma, taşınmazların eşten habersizce devredilmesi örnek oluşturmaktadır.
  • Aile bireylerine karşı hakaret ya da aile bireylerince edilen hakaretlere karşı koymama haline; eşe veya çocuklara hakaret etme, eşin ailesine hakaret etme, eşin ailesi tarafından eşine karşı hakaret edilmesine müsaade etme veya tepkisiz kalma örnek olarak verilebilir.
  • Ailelerin ortak yaşama müdahalesi
  • Eşe iftira atılması
  • Sürekli sinirli olma hali
  • Eşin ailesi ile birlikte aynı evde yaşanması
  • Eşler arasında sır olarak saklaması gereken şeylerin, üçüncü kişilere anlatılması
  • Alkol, sigara, uyuşturucu veya kumar alışkanlıkları gibi haller de evlilik birliğini temelden sarsan eylemler olarak kabul edilmektedir.

Ortak hayatın çekilmez hale gelmesi

Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, evlilik birliğinin temelden sarsılmasına sebep olacak bir olay meydana gelmiş olsa bile bazı hallerde bu durum ortak hayatı çekilmez hale getirmeyebilmektedir. Şöyle ki; eşin kendisini aldatan yada döven eşi affetmiş olması, terk eden eşin ihtarname ile eve davet edilmesi, dava nedeni olan olayların uzun zaman önce öğrenilmiş olmasına rağmen ortak yaşamın normal şekilde yıllarca devam ettirilmiş olması, boşanma davasından feragat edilmesi gibi hallerde bu eylemlere maruz kalan veya davadan feragat eden eşin evliliği devam ettirmiş olması ortak hayatın devam ettirilemediğinin değil aksine devam ettirilmesinin mümkün olduğunun göstergesidir.

Boşanma davası açıldıktan sonra meydana gelen bir olayın, halihazırda görülmekte olan boşanma davasında, boşanma nedenlerinden biri olarak gösterilmesi de mümkün değildir. Bir eşin diğerine karşı boşanma davası açılmasına neden olacak eylemde bulunmuş olması ve bunun diğer eşçe de bilinmesi halinde, bu olaya rağmen yıllarca evliliğin devam etmiş olması, sonrasında ise boşanma davası açılması ve boşanma davasının açılmasından sonra meydana gelen başkaca eylemlerin boşanmaya sebep olarak gösterilmesi halinde işbu boşanma davası reddedilecektir. Zira, ortak yaşama devam eden eş diğer eşi affetmiş veya hoş görmüş olmakta; bu da ortak hayatın sürdürülebilir olduğuna delalet etmektedir. Boşanma davası açılmasından sonra ortaya çıkan sebepler ise ancak ayrı bir boşanma davasına konu olabilecektir.

Kusur

TMK madde 166/1’de her ne kadar eşlerden her birinin bu sebebe dayalı olarak dava açabileceği belirtilmiş ve kusur yönünden bir açıklamaya yer verilmemişse de; 166/2’de, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı olduğu düzenlenmiştir.

Şiddetli geçimsizliğe dayalı boşanma davası kusura dayalı bir boşanma davasıdır. Bu konuda tartışmalar ve farklı görüşler mevcut olsa da Yargıtay vermiş olduğu kararlarda; boşanmaya karar verilebilmesi için az ya da çok kusur var olması gerektiğine hükmetmektedir. Aşağıda hangi hallerde boşanmaya karar verilebileceği belirtilmiştir. Şöyle ki;

  • Davacı eş kusursuz, davalı eş az da olsa kusurlu ise,
  • Davacı eş az kusurlu, davalı eş daha ağır kusurlu ise,
  • Davacı eş ile davalı eş eşit kusurlu ise,
  • Davacı eşin daha ağır kusurlu olmasına rağmen, davalı eş de az da olsa kusurlu ise mahkeme boşanmaya karar verebilecektir.

Görüldüğü üzere Yargıtay kararlarında da, her iki eşin de evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebine dayanarak boşanma davası açabileceğine; ancak kimsenin kendi kusurundan faydalanmasının mümkün olmadığına, bu nedenle de davacının kusurunun daha ağır olması hali de dahil olmak üzere, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun olması gerektiğine hükmetmektedir.

Davacının kusurunun olup olmadığı ya da daha az veya daha çok kusurunun olmasından ziyade boşanmaya karar verilebilmesi için davalı eşin kusurunun olması şarttır ve davalı eşin kusurunun olduğunu kabul etmesi de yeterli değildir, bunun ispatlanması da gerekmektedir.

Kusur oranın belirlenmesinin boşanmaya karar verilmesinin yanında, boşanmanın fer’i sonuçları açısından da önemi büyüktür. Maddi-manevi tazminat, yoksulluk nafakası talepleri açısından belirleyici olacak; hakim kusurlu olup olmamalarına veya kusurun ağırlığına göre işbu talepleri değerlendirecektir.

  • Anlaşmalı Boşanma (TMK madde 166/3)

İşbu kanun maddesine göre; eşlerin şiddetli geçimsizlik yaşadıklarını belirterek boşanmak üzere mahkemeye başvurmuş olmaları halinde (kanunda yer alan ve aşağıda da belirtilen şartların gerçekleşmesi koşulu ile) eşlerin kusurlarının olup olmadığı araştırılmaksızın mahkeme tarafından boşanmalarına karar verilecektir. Bu hali ile anlaşmalı boşanma mutlak bir boşama sebebidir; zira eşler tarafından bu sebeple boşanmaya karar verilmiş olması, evlilik birliğinin temelden sarsılmasına karine olarak kabul edilmektedir. Anlaşmalı boşanma için aranan şartlar aşağıda yer almaktadır.

Evliliğin en az 1 yıl sürmüş olması

Evliliğin resmi nikah memuru önünde gerçekleştirilmesinden itibaren en az 1 yıl geçmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla 1 seneden fazla süren her evliliğin, diğer şartların da mevcut olması halinde anlaşmalı boşanma ile sonlandırılmasının talep edilebilmesi mümkündür.

Yargıtay’ın bu konudaki görüşüne göre; 1 yıllık süre dolmadan açılan davalar, diğer koşulların var olup olmadığı incelenmeden usulen reddedilmemeli, öncelikle deliller toplanmalı ve koşullar var ise re’sen TMK madde 166/1’e göre boşanmaya karar vermelidir.

Anlaşmalı boşanma davası açıldığında 1 yıllık süre dolmamış ancak dava devam ederken süre dolmuş ise, nasıl bir yol izlenecektir? Yargıtay’ın bu konudaki içtihadı birleştirme kararına göre; 1 yıl dolmadan dava açılmış ve esasa girmeden önce işbu dava şartı noksanlığı tespit edilmişse doğal olarak davanın reddine karar verilmelidir. Ancak bir şekilde davanın esasına girilmişse, dava devam ederken de 1 yıllık süre dolmuş ise artık bu halde dava şartı yokluğundan dolayı davanın reddine karar verilmesi mümkün değildir.

Eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi

Eşler anlaşmalı boşanmak üzere mahkemeye birlikte başvurabilirler. Çekişmesiz olarak gerçekleştirilen anlaşmalı boşanma davasında, hangi tarafın davacı ya da davalı olduğu önem taşımamaktadır. Ancak anlaşmalı boşanmadan vazgeçilmesi halinde dava, çekişmeli boşanma davasına dönüşecek ve bu halde anlaşmalı boşanma davasında davalı ve davacı sıfatları nasıl belirtilmiş ise dönüşen çekişmeli boşanma davasında da aynı şekilde ilerleyecektir.

Bir eşin açmış olduğu boşanma davasını diğer eşin kabul etmesi halinde de (tüm şartlar mevcut ise) anlaşmalı boşanmaya karar verilebilir. Çekişmeli olarak açılan boşanma davası devam ederken, diğer eşin boşanmayı kabul etmesi ve eşlerin, boşanmanın koşullarında anlaştıkları protokolü mahkemeye sunmaları veya anlaşmış oldukları boşanma sonuçlarını duruşma sırasında tutanağa geçirtmeleri ile de anlaşmalı olarak boşanmaları mümkündür.

Tarafların hakim tarafından bizzat dinlenmesi 

Taraflar, avukat aracılığıyla temsil ediliyor olsa bile hakim, tarafları bizzat dinlemeden anlaşmalı boşanmaya karar veremeyecektir. Burada ki amaç eşlerin boşanmaya ilişkin iradelerini özgürce ortaya koyduklarının tespit edilmesidir. Tarafların aynı hakim tarafından yani esas hakkında karar verecek olan hakim tarafından ve birlikte iken dinlenmesi ve beyanlarının tutanağa geçirilmesi gerekmektedir. Talimat ile farklı hakimler tarafından dinlenmeleri uygun değildir. Eğer hakim, tarafların özgür iradeleri ile anlaşmalı boşanmaya karar vermediklerini tespit ederse, davanın reddine karar verecektir.

Eşler arasındaki anlaşmanın (protokolün) hakim tarafından uygun bulunması

Anlaşmalı boşanmaya karar veren çiftlerin, boşanma taleplerini içeren dilekçenin ekinde protokol (anlaşma) sunmaları  veya anlaşmalarını duruşma sırasında tutanağa geçirtmeleri gerekmektedir. Bu protokolde eşlerin; yoksulluk nafakası talepleri, maddi- manevi tazminat talepleri, çocukların velayetine ilişkin anlaşmaları ve iştirak nafakası gibi boşanmanın fer’ileri hakkındaki düzenlemeleri mutlaka yer almalıdır. Eşya talepleri ve mal paylaşımı gibi boşanmanın yalnızca mali sonuçlarına ilişkin konular ise tarafların isteklerine bağlı olarak protokolde yer alabilir.

Burada kısa bir açıklamaya yer vermek gerekmektedir. Şöyle ki; boşanmanın fer’i sonuçları demek boşanma ile ortaya çıkan ek niteliğinde ki sonuçlardır. Bunlar da yoksulluk nafakası, maddi-manevi tazminat, velayet, çocukla kişisel ilişki kurulması ve iştirak nafakasıdır ve anlaşmalı boşanmada bu hususlarda mutlaka karar verilmiş olması gerekmektedir. Kanunda yer alan “mali sonuçlar” ifadesinden kastın; maddi manevi tazminat talepleri ile yoksulluk nafakasına ilişkin talepler olduğu Yargıtay HGK E..2017/2- 1941 ve K.2019/475 sayılı kararında yer almaktadır.

Ancak mal rejiminin tasfiyesine ilişkin talepler ile eşya alacaklarına ilişkin talepler boşanma davası ile birlikte ileri sürülebileceği gibi; bu taleplere ilişkin davalar, boşanma davasından ayrı bir dava ile veya boşanma kararı verilmesinden sonra da açılabilmektedir. Bu nedenle de anlaşmalı boşanma protokolünde taraflar isterlerse bu konularda bir düzenleme yapabilir veya yapmayabilirler. Boşanmanın fer’isi niteliğinde olmadıklarından hakim tarafından da re’sen dikkate alınmayacaklardır.

Boşanma protokolünde eşlerin yoksulluk nafakası talep etmeyecekleri açıkça belirtilmişse veya protokolden açıkça bu husus anlaşılıyorsa, eşler boşanmadan sonra birbirlerinden yoksulluk nafakası talep edemeyeceklerdir. İşbu ifadenin mefhumu muhalifinden de anlaşılacağı üzere; protokolde yoksulluk nafakası talep edilmeyeceğine ilişkin bir düzenleme yoksa veya protokolden bu şekilde bir anlam açıkça çıkarılamıyorsa o zaman eşlerin yoksulluk nafakası talep edebilmeleri mümkün hale gelecektir. Aslında yoksulluk nafakasına ilişkin talepler boşanmanın fer’i sonuçlarındandır ve boşanma protokolüne bu konudaki anlaşmanın yer alması, yer almıyor ise de hakim tarafından bu konunun açıklığa kavuşturulması ve kararın bu şekilde verilmesi gerekmektedir. Ancak Yargıtay’a göre; bir şekilde hakim de bu konuyu ihmal etmiş ve artık karar verilmiş ise, yukarıda açıklamış olduğumuz üzere yoksulluk nafakası talep etmenin mümkün hale geldiği kabul edilmektedir.

Protokolde maddi ve manevi tazminat talep edilmemişse; Yargıtay’ın bu konudaki görüşüne göre daha sonra da talep edilemez. Zira anlaşmalı boşanmada, taraflar mali hususlarda da anlaşmış olmalıdırlar ki boşanmaya karar verilebilsin. Yani boşanma kararı tarafların mali konularda da anlaşmış olmaları ile verilebiliyorken boşanmadan sonra biz bu konuda aslında anlaşamamıştık gibi bir beyanda bulunulması anlaşmalı boşanma kavramının ruhuna aykırı düşmektedir. Bu nedenle de Yargıtay, boşanmadan sonra tazminat talep edilemeyeceğine karar vermiştir.

Tazminat haklarının saklı tutulması hususunda da aynı durum geçerlidir. Yargıtay 2. HD E.2014/16344, K.2015/269 sayılı kararında da belirtildiği üzere; tazminat haklarının saklı tutulması, taraflar arasındaki ihtilafın devam ettiğini ve bu ihtilafın çözümünün ileriye bırakıldığını göstermektedir. Bu halde de anlaşmalı boşanmadan bahsedilmesi mümkün olmayıp, boşanma davasının TMK madde 166/1-2’ye göre çekişmeli olarak görülmesi ve karara bağlanması gerekmektedir.

İştirak nafakası; çocuğun  velayetinin bulunduğu eşe, çocuğun bakım ve eğitim ihtiyaçları için ödenen nafakadır.  Çocuğun üstün yararı söz konusu olduğundan bu konuda düzenleme bulunmaması halinde hakim tarafından re’sen düzenleme yapılacaktır. İştirak nafakası, çocuğun çıkarlarına ilişkin olduğundan dolayı da eşlerin bu anlamda yaptıkları feragat geçerli olmayacaktır ve her zaman dava konusu edilebilecektir. 

Mal rejimine ilişkin düzenlemeler; protokolde bulunması gerekli olan boşanmanın fer’i sonuçlarından değildir. Bu nedenle boşanma protokolünde yer alıp almaması tarafların isteklerine bağlıdır.  Protokolde mal rejimine ilişkin düzenlemeler mevcut ise, taraflar bu hususlarda anlaşmış olduklarından, anlaştıkları şekilde boşanma kararı verilecek ve  daha sonra başkaca dava açamayacaklardır. Ev eşyaları ve ortak kullanıma tahsis edilmiş eşyalar ile ziynet eşyaları bakımından da aynı hususlar geçerlidir. 

Protokolde bir düzenleme yer almıyorsa ve bu konuda açık bir feragat de yok ise boşanmadan sonra da dava açılarak bu konularda ki talepler ileri sürülebilecektir. Yargıtay 8. HD 2015/22210 E. 2017/17561 K.  ve Yargıtay 6. HD 2010/11930 E. 2011/5632 K. sayılı kararlarında da bu husus açıkça belirtilmiştir.

Belirtmek gerekir ki; protokolde yer alan ve üzerinde anlaşmaya varılan hususların, uygulanabilmesi mümkün olmalıdır ki boşanmaya karar verilebilsin. Şöyle ki; eşin kendisine ait olmayan bir taşınmazı diğer eşe devretmeyi taahhüt etmesi halinde uygulama sorunu çıkacaktır; zira 3. kişilerin bu protokol uyarınca kendi taşınmazlarını kendileri ile alakası olmayan bir boşanma davası kararına göre devretmeye zorlanması mümkün değildir. Bunun yanında ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırılık söz konusu ise bu konudaki düzenlemeler de kesin şekilde hükümsüzdür.

Örneğin diğer eşin hırsızlık yapması halinde oturulan evin kendisine verileceği gibi hukuka aykırı düzenlemeler veya eşlerden birinin velayetin kaldırılması davası ikame edemeyeceği gibi söz konusu eşin kişilik hakkına saldırı niteliğinde olan bir düzenleme hükümsüz olacaktır. Şunu da belirtmek gerekir ki, bir veya birkaç maddede ki hükümsüzlük tüm protokolü hükümsüz kılmaz. Ancak hükümsüz olan maddeler olmasaydı, taraflarda boşanma iradesi de oluşmayacaktı denilebiliyorsa bu halde tüm protokol geçersiz olacak ve dolayısıyla anlaşmalı boşanma da gerçekleşmeyecektir.

Anlaşmalı boşanma davasında, boşanma kararı kesinleşene kadar, tarafların boşanmadan vazgeçme hakları vardır. Bu halde anlaşmalı boşanma hükümsüz hale gelir ve boşanma davası çekişmeli boşanma davasına dönüşür. 

Son olarak belirtelim ki, anlaşmalı boşanma davalarında hakimin takdiren ayrılığa karar verebilmesi mümkün değildir. Zira madde 166/3, koşulların mevcut olması halinde evliliğin temelden sarsıldığı karinesine dayanmaktadır ve bu durumda hakim kusur araştırması yapmamakta, delil toplamamaktadır. Ortak hayatın yeniden kurulup kurulamayacağı araştırması yapmamakta, birlikte yaşamın çekilmezliğini değerlendirmemektedir. Dolayısıyla hakimin burada gerekli olan müdahaleler dışında bir yetkisi yoktur ve tarafların istekleri doğrultusunda boşanmaya karar vermesi gerekmektedir.

  • Ortak Hayatın Yeniden Kurulamaması (TMK madde 166/4)

Genel boşanma sebeplerinin son fıkrasında yer alan bu düzenlemede, ortak hayatın yeniden kurulamamış olması halinde; evlilik birliğinin temelinde sarsıldığı karine olarak kabul edilmiştir. Bu halde eşlerden birinin boşanma talebi ile mahkemeye başvurması halinde, mahkeme tarafından eşlerin kusuru veya ortak hayatın eşler tarafından sürdürülüp sürdürülmediği hususları araştırılmaksızın boşanmaya karar verilecektir. Bu da şu anlama gelmektedir ki, işbu hüküm fıkrasındaki düzenleme mutlak bir boşanma sebebidir ve taraflardan birinin boşanma talebi halinde ayrıca bir takdir yetkisi olmayan hakimin boşanmaya karar vermesi gerekmektedir. Aşağıda bu sebeple boşanmaya karar verilebilmesi için aranan  şartlar açıklanmıştır.

Daha önce herhangi bir sebebe dayanarak açılmış olan boşanma davasının reddedilmiş olması

Daha önce eşlerden biri tarafından, herhangi bir boşanma sebebi ile dava açılmış olması ve davanın reddedilmiş ve red kararının da kesinleşmiş olması gerekmektedir. Görüleceği üzere, boşanma davasını daha önce hangi eşin açtığı veya boşanma davasının hangi sebeple açılmış olduğu hiçbir önem arz etmemektedir. 

Davanın reddi kararının kesinleşmiş olması gerekmektedir. Şunu belirtmek gerekir ki; verilen red kararı usule değil esasa ilişkin olmalıdır. Yani, davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açılması gibi usule ilişkin bir sebeple değil de; evliliğin temelden sarsıldığına ilişkin kanıt bulunmaması nedeniyle esastan reddedilmesi gereklidir. Kesinleşme ise, yerel mahkeme tarafından verilen kararın; kanun yollarına (temyiz veya istinaf) başvurmaksızın kesinleşmesi, üst mahkemenin yerel mahkemenin vermiş olduğu red kararını onaması veya yerel mahkemenin gerekçeli kararının tebliğinden sonra taraflarca, kanun yollarına başvurudan (temyizden feragat, istinaftan feragat) feragat edildiğinin beyan edilmesi hallerinde gerçekleşmektedir.

Yargıtay tarafından, davadan feragat edilmesi de red kararı olarak kabul edilmekte ve bu şekilde ki red kararının kesinleşme tarihi olarak da davadan feragat beyanının mahkemeye ulaştığı an dikkate alınmaktadır. Yani davadan feragat edildiği anda dava hakkında verilen karar kesinleşmiş olur ve aşağıda açıklanacağı üzere kesinleşme tarihinin üzerinden geçmesi gereken 3 yıllık süre başlamış olur. Uygulamada da, eşlerden biri tarafından şeklen bir boşanma davası açılmakta ve ardından da davadan hemen feragat edilmekte; böylece kararın kesinleşmesi için  gereken 3 yıllık bekleme süresi için zaman kazanılmakta ve boşanma süreci hızlandırılmaktadır.

Eşler arasında aynı anda birden fazla boşanma davasının olması da söz konusu olabilmektedir. Davacının ortak hayatın kurulamaması nedeniyle boşanma talebiyle bu davalardan kesinleşmiş olan herhangi birine dayanması yeterli olacaktır.

Red kararının kesinleşmesinin üzerinden 3 sene geçmesi ve bu sürede eşlerin ortak hayatı yeniden kuramamaları

Eşlerden birinin boşanma talebi ile açmış olduğu davanın reddedilmesi kararının kesinleşmesinin üzerinden 3 sene geçmiş ve bu süre içerisinde eşler tarafından ortak hayat hiçbir şekilde yeniden kurulamamış ise bu halde boşanmalarına karar verilecektir.

Ortak hayatın yeniden kurulamaması ile kastedilen; eşlerin karı-koca olarak kısa bir süre de olsa birlikte yaşamalarıdır. Çocukları için, zaruretten veya herhangi başka bir sebep ile bir araya gelinmiş olması ortak hayatın yeniden kurulduğu anlamına gelmez.

Eşlerden biri tarafından boşanma davası açılması 

Daha önce açılmış ve reddedilmiş olan boşanma davası/davaları hangi eş tarafından açılmış olursa olsun, 3 yıllık sürenin geçmesinden sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedenine dayalı boşanma davası eşlerden biri tarafından açılabilir. Boşanmaya karar verilmesi hususunda kusur araştırması da yapılmadığından davayı kimin açtığı önem arz etmez. Şartların gerçekleşmiş olması halinde mahkeme tarafından boşanmaya karar verilecektir.